23 Kasım 2009 Pazartesi

kanlı cumartesi

ayaklarım üşüyor dünyanıza
çekiniyorum sizden
diyecekleriniz var bana
satacaklarınız

her yaz sonu gittiğim o yer nerede
her yaz başı kaçtığım ama sonunda koşarak gittiğim
sıcacıktı ayaklarım
aynı çırpınırdım belki
ama sıcacıktı ayaklarım
daha mı küçüklerdi yoksa
daha mı büyüyecekler yoksa

sertçe çekiniz kancalarınızı
yırtınız etimi, koparınız
bu ayaklar ısınmadıkça
sizi sevmeyeceğim
size sırtımı dönmedikçe

21 Kasım 2009 Cumartesi

başkalık, hiç kimsenin kendini gıdıklayıp da gülmeyi becerememesidir

"Transseksüellik: Eskiden psikotik sanrı olan şey, günümüzde insan haklarından biri sayılıyor. İnsan hakları psikotik bir sanrıya dönüşmüş olabilir mi?"
"Güzelliği yücelik mertebesinde tutmakla yetinmek ve merhametli bir işte onun eşdeğerini bulmamak ahlak dışı bir tutumdur."
"Binyıl öncesinin olayları uzayın boşluğunda bin ışık yılı öncesinde kaldı. Hiroşima bile bizden 60 ışık yılı geride. Hatta az önce yaşadığımız an bizden bir ışık anı uzakta. O halde mevcudiyet diye birşey yok (*mu?). Aramızdaki mesafe sonsuz küçük de olsa hiçbir şey hiçbir zaman mevcut değil: Ne duvar ne de karşımızdaki insan. Hatta bizim varoluşumuz bile; kendi varoluşumuzun çağdaşı olduğumuzu söylemek çok zor. "
"Sonsuza kadar bir soruyla yaşamak, bir cevapla yaşamaktan çok daha iyi."
"Bütün dünya batılı olduğunda, güneş nereden doğacak?"
Jean Baudrillard, Cool Anılar V (2000-2004), Ayrıntı Yayınları 2006

Çağdaşı en iyi okuyan Batılılardan biri olarak tanıdğımız Baudrillard'dan bir kaç alıntı. Noksanı kendisine aittir, belirtmek gerek. Niyetimiz yiğidi öldürmek evet ama hakkını da vermek. Nitekim Türkiye ziyaretinden sonra yakalandığı iki kanser, ona ölümü getirdi. Belki de hakkını önce vermiştik. Geleneği, salt Doğu'nun eline vermemekle birlikte onun geleneği taşımaya daha ziyade layık olduğunu takdir eden herkese ve Baudrillard'a selam ile.

20 Kasım 2009 Cuma

bir dakikalık saygı düşünüşü

"Doğru bir düşünce 'yeni' olamaz, çünkü hakikat insan aklının bir ürünü değildir."
"Modern insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmek istemektedir."
"Ayrıca her şeyi doğrudan doğruya, kendisi amaç kabul edilen insanın ölçülerine indirgemek istendiğinden, sonunda insanda bulunabilecek en düşük seviyeye kadar aşama aşama inildi ve sadece insan tabiatının maddi yanına ait ihtiyaçların tatmin edilmesine çalışıldı."
René Guénon, La Crise Du Monde Moderne, Modern Dünyanın Bunalımı, 1927.

Haşiye: özellikle belirtmek isteriz ki kitabın ayrı bölümlerinden oldukları için, ardı ardına yazdığımızda mükerrer görünseler dahi tevekkeli değildir.

15 Kasım 2009 Pazar

Dekalog-1: “Senin Tanrın benim, başka Tanrın yoktur.”

On emir. On film. Kieslowski’den, nam-ı diğer “Dekalog”. Ve Allah’ın adıyla başlayalım:
İlk emir: “Senin Tanrın benim, başka Tanrın yoktur.”
Yani: “La ilahe illallah”
Ne müşrik ne kâfir, ikisinin arasında bir yerde, Batı pozitivizminin tam içerisinde, “epistemoloji” ile uğraşan bir üniversite hocası. Bilgisayarı onun, tabiri caizse, mürşidi olmuş bir bilim adamı. (Haberi yok ki Niyazi Mısrî ’den, bilsin “Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır / Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.” dizelerini!) Bir de oğlu var, kendisine benzetmekte onu yavaş yavaş. Aklın, bilimin her şeyi çözeceğini öğretmekte ona, ispatlamaya çalışmakta. “Ben” demekte çok. “Ben” demekten büyük günahın olmadığını da unutmakta.
Bir kız kardeşi var, oğlanın da halası yani, o Allah’a inanmakta. Katolik. “Babanın yaşam tarzı çok mantıklı görünebilir, ama Tanrı'nın kurallarını çiğniyor.” diyor bir ara çocuğa ve çocuk da soruyor:
“Tanrı kim?”
Sarılıyor halası çocuğa ve:
“Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?”
“Seni seviyorum.”
“İşte Tanrı tam olarak orada.”
Yani Hadis-i Şerif de buyrulduğu gibi: “Rabbim alemlere sığmadı, ama mümin kulunun kalbine sığdı”
Peki babanın yaptığı hesaplar, bilime inancıyla tuttuğu hesaplar çarşıya uydu mu? Kendisini eşyaya teslim etti de, çocuğunun ölümünü durdurabildi mi? Mukadderat’ı hesaplayabildi mi bilgisayarı?
Hayır.
Çünkü “La ilahe” dedi, “İllallah” demeyi kendine yediremedi.

1 Kasım 2009 Pazar

Sisifos Miti

''Bu mit ''trajik'' ise, kahraman bilinçli olduğu içindir. Gerçekten de, her adımda başarma umuduyla desteklenseydi, neden kederli olacaktı? Bugünün işçisi yaşamının tüm günlerinde aynı işlerde çalışır, bu yazgı da abzürtlükte bundan aşağı kalmaz. Ama ancak bilinçli olduğu ender anlarda ''trajik''tir. Sisifos, tanrıların paryası, güçsüz ve ayaklanmış Sisifos, düşkün durumunun bütün enginliğini bilir: inişi sırasında bunu düşünür. Bunalımını oluşturan açık görüşlülük aynı zamanda yengisini de tüketir. Horgörünün aşamadığı yazgı yoktur.''
Albert Camus, Sisifos Miti, Le Mythe De Sisyphe, 1942.

Tanrıların hep yeniden aşağı yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabullenmiş, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Okuyucuyu bu mitle ilgili daha fazla bilgiye yönlendirmeye gerek görmüyoruz (doğru veya yanlış). Bu alıntı Camus'a dair çok şahsi bir özettir. Çünkü bu sözlerin hemen ardından Sisifos'u mutlu olarak geride bırakmak isteyecektir. Absurdlük ve mutluluğun birlikteliğini böylece meşrulaştırır.

Şerh: Adam olacak üslup

Aşağıdaki yazımızın şerhe ihtiyacı olduğunu düşündük, ama söz konusu Guénon'un yapıtı olunca şerhi de ona bırakmayı yeğledik. Şimdiki alıntı aşağıdaki alıntının yapıldığı bölümden...

"Bugün bunca insanın "dünyanın sonu" fikriyle kafasını kurcalaması kuşkusuz rastlantı değildir. Buna bazı bakımlardan üzülebiliriz. Çünkü yanlış anlaşılan bu düşüncenin yol açtığı çılgınlıklar, bunun sonucu çeşitli çevrelerdeki ''Mesih'' ile ilgili taşkınlıklar, çağımızın zihinsel dengesizliğinin doğurduğu bütün bu belirtiler, aynı dengesizliği kesinlikle ihmal edilemez ölçüde artırmaya yarıyor. Bununla birlikte bu durum, göz önüne almadan geçemeyeceğimiz bir gerçektir. Bu tür şeylerle karşılaşıldığında takınılacak en iyi tavır, kuşkusuz bunları önemsiz yanılgılar ve kuruntular gibi görüp, hiç incelemeden basit bir biçimde dışlamaktır. Bununla birlikte, bunlar gerçekte yanılgı da olsalar, en iyisi, onları olduğu gibi ifşa ederek, onları meydana getiren nedenleri ve her şeye rağmen onlarda bulunabilecek gerçekleri, az çok ('öyle ya da böyle' denilmek istenilmiş olabilir *bizim notumuz) bozulmuş da olsa, araştırmaktır diye düşünüyoruz. Çünkü yanılgı tamamen olumsuz bir varoluş tarzı olduğundan, mutlak yanılgıya hiçbir yerde rastlanamaz ve böyle bir şey anlamsız bir laftan ibaret olur. Meseleleri bu tarzda değerlendirerek, bu ''dünyanın sonu'' kaygısının, şu an içinde yaşadığımız genel sıkıntıyla sıkı sıkıya bağlı olduğunu kolayca görürüz: Bazı zihinlerde denetimsiz bir şekilde herhangi bir şeyin gerçekten sona ermek üzere olduğu ön sezisini bulanıkça uyandırarak, o belleklerde çok doğal olarak demin değindiğimiz saçmalıklar şeklinde dışa vuran düzensiz ve çoğunlukla fazla maddileştirilmiş tasvirler oluşturur. Zaten bu açıklama onlar yararına bir özür değildir; ya da en azından sorumlu olmadıkları zihinsel etkinliklere eğilim duyup, ellerinde olmadan yanılgıya düşenler affedilse bile, bu asla yanılgının kendisini affetmek için bir neden olamaz."
René Guénon, La Crise Du Monde Moderne, Modern Dünyanın Bunalımı, 1927.