On emir. On film. Kieslowski’den, nam-ı diğer “Dekalog”. Ve Allah’ın adıyla başlayalım:
İlk emir: “Senin Tanrın benim, başka Tanrın yoktur.”
Yani: “La ilahe illallah”
Ne müşrik ne kâfir, ikisinin arasında bir yerde, Batı pozitivizminin tam içerisinde, “epistemoloji” ile uğraşan bir üniversite hocası. Bilgisayarı onun, tabiri caizse, mürşidi olmuş bir bilim adamı. (Haberi yok ki Niyazi Mısrî ’den, bilsin “Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır / Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.” dizelerini!) Bir de oğlu var, kendisine benzetmekte onu yavaş yavaş. Aklın, bilimin her şeyi çözeceğini öğretmekte ona, ispatlamaya çalışmakta. “Ben” demekte çok. “Ben” demekten büyük günahın olmadığını da unutmakta.
Bir kız kardeşi var, oğlanın da halası yani, o Allah’a inanmakta. Katolik. “Babanın yaşam tarzı çok mantıklı görünebilir, ama Tanrı'nın kurallarını çiğniyor.” diyor bir ara çocuğa ve çocuk da soruyor:
“Tanrı kim?”
Sarılıyor halası çocuğa ve:
“Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?”
“Seni seviyorum.”
“İşte Tanrı tam olarak orada.”
Yani Hadis-i Şerif de buyrulduğu gibi: “Rabbim alemlere sığmadı, ama mümin kulunun kalbine sığdı”
Peki babanın yaptığı hesaplar, bilime inancıyla tuttuğu hesaplar çarşıya uydu mu? Kendisini eşyaya teslim etti de, çocuğunun ölümünü durdurabildi mi? Mukadderat’ı hesaplayabildi mi bilgisayarı?
Hayır.
Çünkü “La ilahe” dedi, “İllallah” demeyi kendine yediremedi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
güzel!
YanıtlaSilAllah razı olsun.