14 Aralık 2010 Salı

Şehrin Etekleri / Suburbia

Ankastre mutfak,
Yüzyılda yirmi kişinin gördüğü/eceği
Bisiklet parkları,
Eşittir devletleri
Suburbian supermarkets
Süslü mezarları, öğlen koşuları,
Şehir konserleri, tren istasyonları

Sigara içmek için üstü açık kahvehane
Kafayı bulmak için süslü kapalı cafe
Rafadan yumurta alarmı, son model,
Bundan sebep yükselen dükkan

Akşam altıdan sonra
Ve pazar günleri
Kapalı dükkan
En fazla altı aylık turist vizesi
Ya yetişemezsem? Korkusu

Bağır çağır şarkı söyleyebilmek sokakta
Güneşsizlikten kurumuş yüzlerin arkasından
Saklamak alını yanakların
Bütün güç,
Burada,
Şehrin meydanında


Sittard

4 Ağustos 2010 Çarşamba

magdalena, the wall

neresinden
hutumalı hayatın,
ne kadarından tutsi?

krótki film o miłości
kısa bile değil ki

sargı bezleri
iletken değil
salgı bezleri
boş durmazken

krótkim życiu żałuję
ne kadarı kısa
neresi film

salgı bezleri
boş durmuyorken
bir kelle bir yürek
neredelerdi, neredeler

2 Ağustos 2010 Pazartesi

market economy

pazar bozuldu ey halkım,
halkım ey; bozuldu pazar,
bozuldu ey halkım pazar,
ey halkım, bozuldu pazar,
pazar ey! bozuldum, mahlukum ben.

iki domates iki şeftali,
bir aralıkta satıldı;
bir kelle bir yürek,
neredelerdi, neredeler.

11 Haziran 2010 Cuma

yol olmayan geçit

içeriden baktığımız kapılar;
içiçe değil,

duvar belki yok bile hiç
belkiler bile yok.

kapılar
asılmışlar fezaya, matuf usülleriyle

kapılar
geçilecektir elbet bir gün
en az bir kere

kapılar
muhayyel dünyalara açılan
muhayyer dünyalara kapatan

kapılar
içeriden aşina olduğumuz

kapılar
geçilmek alnının yazısı

kapılar
kilitleri yiğitlikle sırlanan

kapılar
yürüyen babaların yakınlaştırdığı

kapılar
esma adedi karesince mütenevvi

kapılar
içeriden aşina olduğumuz

kapılar
atmosfer kapılar
su kapılar
hüceyrat kapılar
nurani kapılar
zulmani kapılar

kapılar
rahmettir kapılar

18 Mayıs 2010 Salı

kaptan aşikarız, neredeyiz?

Yasin
(9) Biz onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.

Araf
(198) Eğer onları, doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, halbuki onlar görmezler.

Bakara
(106) Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah'ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?

Ta Ha
(89) Onlar bu heykelin, sözlerine karşılık vermediğini, kendilerinden hiçbir zararı uzaklaştıramayacağını ve onlara hiçbir fayda sağlayamayacağını görmezler mi?

Al-i İmran
(66) İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Yusuf
(21) O'nu satın alan Mısırlı kişi hanımına dedi ki: "Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz." İşte böylece biz Yûsuf'u o yere (Mısır'a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık. Allah işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

Yusuf
(68) Babalarının emrettiği şekilde (ayrı kapılardan) girdiklerinde (bile) bu, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıracak değildi. Sadece Yakub içindeki bir dileği ortaya koymuş oldu. Şüphesiz o, biz kendisine öğrettiğimiz için bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

Nur
(41) Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.

Nur
(43) Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.

Bakara
(107) Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Yunus
(55) Bilesiniz ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. Yine bilesiniz ki, Allah'ın va'di haktır. Fakat onların çoğu bunu bilmez.

Furkan
(45) Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık.

Bakara
(216) Savaş, hoşunuza gitmediği halde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

Şuara
(226) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

Maide
(40) bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. O dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Mücadele
(14) Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.

Enfal
(34) Onlar Mescid-i Haram'dan (mü'minleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de değillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın bakımına ehil olanlar ancak Allah'a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu bilmez.

Araf
(131) Fakat onlara iyilik geldiği zaman, "Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)" derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.

Nahl
(38) Onlar, "Allah ölen bir kimseyi diriltmez." diye var güçleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah'ın üzerine aldığı bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

dönüşü olmayan yol

yolun dönüşü yoksa yol 'tek yöndür' deriz. oysa her yol tek yöndür.

A'dan B'ye giden yolun dönüşü yoktur. B'den A'ya giden yol, başka bir yoldur. bu kadar mücerret durumda dahi bu kadar nettir hadise. yolu tanımlayan bilgi başı ve sonudur. her adım, bir baştan bir sona doğru atılır.

bunu böyle anlamak, bize 'tevbe' yi anlamayı hediye eder. tevbe etmek, 'filmi geriye doğru seyretmek' demek değildir. tevbe etmek başlı başına bir eylemdir. tevbe ile günahlar silinmez, tevbemiz kabul edilirse (ki bu garanti edilmiştir elhamdulillah), günahımız affedilir. bunu böyle anlayabilseydik, akıl oyunlarına gelmezdik.

tevbe etmek ibadettir, ibadet ezanı okunduğunda ise yol bellidir. ezan okunduğunda, neden diye sormak ibadetin ertelenmesini yahut terkedilmesini gerektirmez. iman, ezan okunduğunda yola girmeyi gerektirir; beklemesi gereken ise sorulardır.

28 Mart 2010 Pazar

çöp arabaları aynı kokar

bugün farkettim bunu. ama gerçek.
karman çorman bir konteyner'ın, türlü türlü insanların türlü türlü artıklarını barındıran bir konteyner'ın, bütün medeniyetimizin cehennemin dibini boylaması için yeter sebeb olan bir konteyner'ın, bir başka konteyner ile aynı kokuda olması, bana aforizmalar haykırdı.

birbirinden farklılaşma vaveylası, soluduğumuz hava gibi hazırdır ortamlarımızda. çöplerimiz ise tıpatıp aynı olduğumuzu haykırıyor.

apayrı şeyler diye iddia ettiğimiz düşüncelerimiz, aslında aynı ambalajlardan çıkmış ama farklı dilimlenip servis edilmiş zokalardır.

18 Mart 2010 Perşembe

kablo

en son elektrik kesintisinde ne yapıyordunuz? işte onun gibi düşleyin ölümü. onun gibi yakalayacak sizi.

ben, uzun zaman sonra tekrar edindiğim şarj aletini bilgisayarıma takmış, onun keyfini yaşıyordum; üç dakika olmuştu. ve elektrikler kesildi. işte böyle düşlüyorum ölümü.

tam 'uzun' zamandır peşinde olduğum bir 'dünya'ya kabloyu bağlamanın peşinde, ya da daha demincek bunu elde etmiş ama onunla ne yapacağını bilemiyor olmanın buruk eğlencesinde olacağım.

şuurumu uyanık bulduğum nadir vakitlerde bunun böyle olmamasını, elektrikler kesildiğinde 'elektriği' kesilmeyen bir ruha kavuşmuş olmayı diliyorum, yalvarıyorum. ve şükür ki; Merci haktır.

15 Mart 2010 Pazartesi

lavinia

rotanın başlangıcı sahilin doğu yakası.
yürüyorsunuz yan yan. solunuzda ağaçlar başlıyor. o zaman sağınızda ne var? deniz mi? hayır.
solunuza ağaçları koydunuz, sağınız boş kaldı. doluya koysanız almıyor, boşa koysanız dolmuyor.
en iyisi mi... koyverin gitsin. hariçten gazelciler'den 'yollar'ı koyun pikapınıza,

"bir kuş oldu şu gönlüm uçtu üzerimizde
konmak istedi lakin konmadı bir yerlere
geldi söyledi bana 'Mürşit arayan mısın?'
'evet' dedim 'benim o', o da dedi 'sensin o'"

sonra çıkarın onu fırlatın kenara. fayda gelmez taş plaktan, kafalar taş olmuş kafalar! en iyisi mi? en iyisi boş plak...

!! 650 yıl önce şuan oturduğun yerden kimler geçerdi haberin var mı? peki başbakan ne işe yarar bilir misin?
peki sen neden peygamber değilsin bildin mi?


sırtınıza dünyayı koydular sanırsınız. oysa temas ettiğiniz herşeye yük olup duruyorsunuz. kuzum, sizin derdiniz ne? yoksa beni de mi kovalayacaksınız yanınızdan? ben giderim merak etmeyin.

!! elini sürt duvarlara, sıvalı duvarlara! sıva kabarcıklarında devinsinler bir müddet. sonra bir bak bakalım elini hiç bu kadar hissetmiş miydin? söyle labunya, hiç bu kadar elini anlamış mıydın?

gidiniz, gelmemecesine gidiniz ama geliniz.
bizler hep buradayız, birazcık arkasında kafanızın...

10 Mart 2010 Çarşamba

lal

susmak bir macera
susmak yürümek

Ölüm gibi gelir susmalar. Var olmak için, en azından bunu kanıtlamak için konuşmak zorundayızdır. Ve konuşma sebebimiz bu olduğunda yokluğa yuvarlar dururuz konuşurken. Yaratma hissini en güçlü hissettirendir konuşmak, ne ironik.
Tesbit etmeyi, isim koymayı yaratmak saymak, evet akademilerimizde bir marifettir ama yalnız orada değil. Hatta burada böyle olduğu için orada öyledir.

çıkıp gitmektir yol
susmayı kutsayınca
çıkıp gitmeksiz
kutsanmaz susmak

susayan susmaz,
suskunlara bakın hele bir
nasiplerinde vardır yudumlamış olmak

18 Şubat 2010 Perşembe

evlilikselliğin tinsel boyutlarında devinim

"Batı uygarlığının insana empoze etmiş olduğu tüketim bilinçsizliği aracılığıyla, evliliği tüketilen bir kuruma çevirip 'aşk'ı yorgan altlarında aramaya mahkum hale getiren bir taarruz var. Bu taarruzun yegane kurucusu ve koruyucusu hükmündeki Batı dünyasına dinselin çağrısını sunan Kirkegaard'ın, aşkın ve evliliğin kurtarılmış gerçekliğini ortaya ortaya koymak için söyledikleri dikkat çekici. Evlilik kurumunun anlam dünyasında karşılığı olan sevgi, saygı, merhamet ve hoşgörü kavramlarını, bireysel duyguları nikah ile evrensele tekabül ettirerek ve bunu dinselleştirerek bireyin gerçek mutluluğa ulaşacağını söylüyor Kirkegaard. Hiçbir estetik ve etik duruşun bu sonucu doğuramayacağını ve özellikle ilişki boyutunda karşılanan sıkıntılara karşı yıkılmaz kale oluşunu ilişknin Tanrı'ya emanet edilmesi olarak temellendirmiştir. Evet, estetik ve etik genel olarak nedensele, yani görüntüsel olana yönelik yorum yaptığı için, her zaman sığ kalmış ve amaç-fiil ilişkisine tam cevap verememiştir. Yalnızca dinsel temele dayalı olan bir yapı içinde etrafı kalın surlarla kaplı güven dolu bir kale hükmünü alabilecektir evlilik. Ve duyurulmanın, bu kurumu evrensel bir boyuta (muhtemelen kişinin kendi evreni çapından bahsetmekte) taşıyacağını, güven ve huzur inşa edeceğini tanrısal olana yönelik vurgusuyla bize anlatmakta yazar."

Estetik öldü, evliliğe elveda ("Evliliğin estetik geçerliliği, Soren Kirkegaard" üzerine); Mustafa Zübeyr Berk, Ayraç Dergisi Sayı:01/Ağustos 2009

Klişe mi? Bizce değil. Saklandığımız yorganın altından, saklandıkları perdelerin ardına bakabilseydik (bunu mecburen yaptığımız zamanlardaki gibi) görecektik ki, tükenmişlikler ve tüketmişliklerden ötürü tüketemeyenler ve tükenmeyeceklere taarruz ediliyormuş. Mücessem İblis'in cismi mevcudiyetiyle ma'dum. Buna matuf cümle cümrün mukadderatı.

14 Şubat 2010 Pazar

alma ağzına o lafı, yutamazsın demedim mi

"Bin yıldan daha fazla bir süre önce, doğu İran'ın Buşenc kentinde doğmuş Ahmed bin Ali adında bir şeyh, tasavvufun mahiyeti konusunda çok az kimsenin belli bir fikre sahip olduğundan yakınıyordu. 'Bugün' diyordu Arapça olarak, 'tasavvuf gerçekliği olmayan bir isimdir; ama eskiden isimsiz bir gerçeklikti.'" William Chittik; Tasavvuf; Kısa Bir Giriş, İz Yayıncılık, 2003.

Gerçekliği olmayan isim, bizim çok aşina olduğumuz bir fenomen. Yazarlarımız, düşünürlerimiz bunu fazlasıyla işlemişlerdir. Ancak William Chittik'den yaptığımız bu alıntıdan da görüyoruz ki, 'eskiden' bu böyle değilmiş. Belki de eskiden de 'eskiden'e referans verilerek bu tanımlanıyormuş, bambaşka bir tartışma mevzuu, bambaşka bitmeyecek bir tartışma. Ama şurası açık ki, en azından eskiden 'tasavvuf' gibisi söz konusuymuş. Şimdi ise her şeyle ilgili bu gözlemi yapabiliyoruz, yahut yapmadan yapamıyoruz. Hatta, ve bir o kadar önemli olarak, bizde isim konularak var edilmiş olanlar ayyuka çıkmış durumdadır. Bundan korkarız, ya da korktuğumuzu dile getiririz. Taktığımız isimlerin başımıza bela olmasından o kadar bıkmışızdır ki, neredeyse konuşamaz olmuşuzdur. Bazen öyle anlar olur ki bazı kavramları kullanmaktan özellikle imtina ederiz, bunu yaptığımızda o kavramın 'temsil' ettiğini en azından onaylamış olmaktan çekiniriz. Bunu biraz açmak gerekecek.
Mezkur olan bir kavram ise, onaya matuf olan nedir? Kavram, adı üstünde, bir tanımdır. Kavramaya yarayandır. Kavramak ise, ironik bir şekilde, çevrelemek, yakalamak, avuçlamak demektir. Sorun acaba bu mudur? Kavramlaştırdığımızda çevreler, sıkıştırır mıyız manayı? Aslolan sorun bu olmamalı. Ve aslında bu da değildir. Sorun, kavramı karşılayanın, düşünenin, ele alanın, mana-yı ismi'sinden ötesine bakmamasındandır. Bu ise en genel manada, reddedicilik hastalığının tefekkürdeki tezahürüdür. Reddedici, perdecidir. Manaya yükselmek yerine, onu cibinlik içerisinde hapsedip, hakka tecavüz edendir. Manaya yükselmek yerine, manayı kendi (!) çöplüğüne indirmek hevesinde olandır. Bizim sorunumuz ise bu marazın, on bir parmaktan ziyade on parmaklı olmak gibi bir kusur olarak görülmesidir. Bir insan hata ediyor olabilir bunu kabul ederiz, ama saçma sapan bir biçimde, babasının dini üzere olan milyonların hata ediyor olabileceğini söylemekten ölesiye korkarız.

Aşağıdaki alıntı ilintili olduğundan acele edip buraya ekledim. İleride Theseus'un gemisi üzerinden tartışmamıza devam etmek dileğiyle.



""Theseus, Grek mitolojisinin yiğitlerinden, anlı şanlı yiğitlerinden biri. Girit labirentlerindeki Minotaur'u Ariadne'nin yardımıyla (labirette yolunu yitirmesin diye bir yumak yün verir ona) öldürüp Helenleri büyük bir beladan kurtardığında, bir kahraman olarak karşılanır. Atinalılar onun bu yiğitliğinden o kadar memnun kalırlar ki, Theseus'un Girit'e gidip döndüğü gemiyi bu yiğitliğinin karşılığı olarak korumaya karar verirler. Limanda demirlemiş geminin durdukça çürüyen ahşabını da değiştirir, her defasında eski tahtalarının yerine yenisini koyarlar. Bu böyle sürüp giderken, Atinalılar arasında bir tartışma başlar, Plutharkos bu tartışmayı şöyle aktarıyor: "Bir süre sonra bazı Atinalı'lar geminin Theseus'un gemisi olmaktan çıktığını, yeni ve bambaşka bir gemi olduğunu savunuyor, bazıları da onu Theseus'un gemisi olduğunu öne sürüyorlardı."" Hilmi Yavuz; Osmanlılık, Kültür, Kimlik s.125, Boyut Yayınları.
Bizce soru şudur; son çivi çakıldığında mı gemi Theseus'un gemisi olmaktan çıkmıştı, yoksa ilk tahta söküldüğünde mi o artık Theseus'un gemisi değildi." Seyit Nurfethi Erkal; Son Gemi, Sütun Yayınları, 2009.