6 Aralık 2009 Pazar
küçük matematikçi
Su bulanınca, bir şey çıkar. Üç!
...
küçük matematikçi: Sen de kimsin?
Üç: Benim adım Üç.
Ben sen, sen ve de senim.
km: Ben, ben ve de bensin öyle mi?
Üç: Evet, ben Üçüm; sen, sen ve senim.
km: Geri dönüş yok!
Ok yayından çıktı.
Kythera'ya yolculuk.
Bir durmadan kendini tekrar ediyor.
(küçük matematikçi bir tahtaya şöyle yazar: 1+1+1+1+...)
Bir: Bir, artı bir, artı bir, artı bir. Ben, artı ben, artı ben, (hızlanarak) bir, artı bir, artı bir, artı bir....
Ben artı ben artı ben,
(sakinleşerek) ben de ben, yine ben, hep ben hep ben.
Her zaman ben, dahası da ben cabası da ben, hep daha fazlası!
Öbüründe bir var yalnızca, çokta tek var.
....
kulak asma sen "hep ver!" diyenlere
bu defa verme kendine uluhiyeti
görelim hele bir
vermeyen kendine
uzatabilir mi onu başkasına
candan bir tepside
demiştik tam burada durarak! http://durarak.blogspot.com/2009/10/durak.html
Hiçlemeyen o kadar çoklar ki, o kadar çoklar ki hiçlemeyenler, hiçlikler o kadar çok ki, çoklar o kadar hiç ki, insan birini arıyor...
Büyük matematikçi çok azdır. Ama herkes küçük matematikçidir.
Alıntılar: L'empire des nombres, Gallimard, 1996 veya Sayılar İmparatorluğu, YKY, 2007, Denis Guedj ve One Zero Show veya Du point à la ligne, Le Seuil, 2001, Denis Guedj.
23 Kasım 2009 Pazartesi
kanlı cumartesi
çekiniyorum sizden
diyecekleriniz var bana
satacaklarınız
her yaz sonu gittiğim o yer nerede
her yaz başı kaçtığım ama sonunda koşarak gittiğim
sıcacıktı ayaklarım
aynı çırpınırdım belki
ama sıcacıktı ayaklarım
daha mı küçüklerdi yoksa
daha mı büyüyecekler yoksa
sertçe çekiniz kancalarınızı
yırtınız etimi, koparınız
bu ayaklar ısınmadıkça
sizi sevmeyeceğim
size sırtımı dönmedikçe
21 Kasım 2009 Cumartesi
başkalık, hiç kimsenin kendini gıdıklayıp da gülmeyi becerememesidir
"Güzelliği yücelik mertebesinde tutmakla yetinmek ve merhametli bir işte onun eşdeğerini bulmamak ahlak dışı bir tutumdur."
"Binyıl öncesinin olayları uzayın boşluğunda bin ışık yılı öncesinde kaldı. Hiroşima bile bizden 60 ışık yılı geride. Hatta az önce yaşadığımız an bizden bir ışık anı uzakta. O halde mevcudiyet diye birşey yok (*mu?). Aramızdaki mesafe sonsuz küçük de olsa hiçbir şey hiçbir zaman mevcut değil: Ne duvar ne de karşımızdaki insan. Hatta bizim varoluşumuz bile; kendi varoluşumuzun çağdaşı olduğumuzu söylemek çok zor. "
"Sonsuza kadar bir soruyla yaşamak, bir cevapla yaşamaktan çok daha iyi."
"Bütün dünya batılı olduğunda, güneş nereden doğacak?"
Jean Baudrillard, Cool Anılar V (2000-2004), Ayrıntı Yayınları 2006
Çağdaşı en iyi okuyan Batılılardan biri olarak tanıdğımız Baudrillard'dan bir kaç alıntı. Noksanı kendisine aittir, belirtmek gerek. Niyetimiz yiğidi öldürmek evet ama hakkını da vermek. Nitekim Türkiye ziyaretinden sonra yakalandığı iki kanser, ona ölümü getirdi. Belki de hakkını önce vermiştik. Geleneği, salt Doğu'nun eline vermemekle birlikte onun geleneği taşımaya daha ziyade layık olduğunu takdir eden herkese ve Baudrillard'a selam ile.
20 Kasım 2009 Cuma
bir dakikalık saygı düşünüşü
"Modern insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmek istemektedir."
"Ayrıca her şeyi doğrudan doğruya, kendisi amaç kabul edilen insanın ölçülerine indirgemek istendiğinden, sonunda insanda bulunabilecek en düşük seviyeye kadar aşama aşama inildi ve sadece insan tabiatının maddi yanına ait ihtiyaçların tatmin edilmesine çalışıldı."
René Guénon, La Crise Du Monde Moderne, Modern Dünyanın Bunalımı, 1927.
Haşiye: özellikle belirtmek isteriz ki kitabın ayrı bölümlerinden oldukları için, ardı ardına yazdığımızda mükerrer görünseler dahi tevekkeli değildir.
15 Kasım 2009 Pazar
Dekalog-1: “Senin Tanrın benim, başka Tanrın yoktur.”
İlk emir: “Senin Tanrın benim, başka Tanrın yoktur.”
Yani: “La ilahe illallah”
Ne müşrik ne kâfir, ikisinin arasında bir yerde, Batı pozitivizminin tam içerisinde, “epistemoloji” ile uğraşan bir üniversite hocası. Bilgisayarı onun, tabiri caizse, mürşidi olmuş bir bilim adamı. (Haberi yok ki Niyazi Mısrî ’den, bilsin “Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır / Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş.” dizelerini!) Bir de oğlu var, kendisine benzetmekte onu yavaş yavaş. Aklın, bilimin her şeyi çözeceğini öğretmekte ona, ispatlamaya çalışmakta. “Ben” demekte çok. “Ben” demekten büyük günahın olmadığını da unutmakta.
Bir kız kardeşi var, oğlanın da halası yani, o Allah’a inanmakta. Katolik. “Babanın yaşam tarzı çok mantıklı görünebilir, ama Tanrı'nın kurallarını çiğniyor.” diyor bir ara çocuğa ve çocuk da soruyor:
“Tanrı kim?”
Sarılıyor halası çocuğa ve:
“Şimdi kendini nasıl hissediyorsun?”
“Seni seviyorum.”
“İşte Tanrı tam olarak orada.”
Yani Hadis-i Şerif de buyrulduğu gibi: “Rabbim alemlere sığmadı, ama mümin kulunun kalbine sığdı”
Peki babanın yaptığı hesaplar, bilime inancıyla tuttuğu hesaplar çarşıya uydu mu? Kendisini eşyaya teslim etti de, çocuğunun ölümünü durdurabildi mi? Mukadderat’ı hesaplayabildi mi bilgisayarı?
Hayır.
Çünkü “La ilahe” dedi, “İllallah” demeyi kendine yediremedi.
1 Kasım 2009 Pazar
Sisifos Miti
Albert Camus, Sisifos Miti, Le Mythe De Sisyphe, 1942.
Tanrıların hep yeniden aşağı yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabullenmiş, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Okuyucuyu bu mitle ilgili daha fazla bilgiye yönlendirmeye gerek görmüyoruz (doğru veya yanlış). Bu alıntı Camus'a dair çok şahsi bir özettir. Çünkü bu sözlerin hemen ardından Sisifos'u mutlu olarak geride bırakmak isteyecektir. Absurdlük ve mutluluğun birlikteliğini böylece meşrulaştırır.
Şerh: Adam olacak üslup
"Bugün bunca insanın "dünyanın sonu" fikriyle kafasını kurcalaması kuşkusuz rastlantı değildir. Buna bazı bakımlardan üzülebiliriz. Çünkü yanlış anlaşılan bu düşüncenin yol açtığı çılgınlıklar, bunun sonucu çeşitli çevrelerdeki ''Mesih'' ile ilgili taşkınlıklar, çağımızın zihinsel dengesizliğinin doğurduğu bütün bu belirtiler, aynı dengesizliği kesinlikle ihmal edilemez ölçüde artırmaya yarıyor. Bununla birlikte bu durum, göz önüne almadan geçemeyeceğimiz bir gerçektir. Bu tür şeylerle karşılaşıldığında takınılacak en iyi tavır, kuşkusuz bunları önemsiz yanılgılar ve kuruntular gibi görüp, hiç incelemeden basit bir biçimde dışlamaktır. Bununla birlikte, bunlar gerçekte yanılgı da olsalar, en iyisi, onları olduğu gibi ifşa ederek, onları meydana getiren nedenleri ve her şeye rağmen onlarda bulunabilecek gerçekleri, az çok ('öyle ya da böyle' denilmek istenilmiş olabilir *bizim notumuz) bozulmuş da olsa, araştırmaktır diye düşünüyoruz. Çünkü yanılgı tamamen olumsuz bir varoluş tarzı olduğundan, mutlak yanılgıya hiçbir yerde rastlanamaz ve böyle bir şey anlamsız bir laftan ibaret olur. Meseleleri bu tarzda değerlendirerek, bu ''dünyanın sonu'' kaygısının, şu an içinde yaşadığımız genel sıkıntıyla sıkı sıkıya bağlı olduğunu kolayca görürüz: Bazı zihinlerde denetimsiz bir şekilde herhangi bir şeyin gerçekten sona ermek üzere olduğu ön sezisini bulanıkça uyandırarak, o belleklerde çok doğal olarak demin değindiğimiz saçmalıklar şeklinde dışa vuran düzensiz ve çoğunlukla fazla maddileştirilmiş tasvirler oluşturur. Zaten bu açıklama onlar yararına bir özür değildir; ya da en azından sorumlu olmadıkları zihinsel etkinliklere eğilim duyup, ellerinde olmadan yanılgıya düşenler affedilse bile, bu asla yanılgının kendisini affetmek için bir neden olamaz."
René Guénon, La Crise Du Monde Moderne, Modern Dünyanın Bunalımı, 1927.
29 Ekim 2009 Perşembe
Adam olacak üslup
René Guénon, La Crise Du Monde Moderne, Modern Dünyanın Bunalımı, 1927.
Üsluba dair büyük bir ders veriyor Üstad. Tamamen içi boşalmış ve boş bir laf (kuruntu) olarak kalmış 'entelektüel hoşgörü'nün aslında hangi üslubun yerini işgal ettiğini, defalarca vurguladığı anti-pasifist yaklaşımın kendisi tarafından nasıl meşrulaştırıldığını, ontolojik düzlemde üzerinde durulanın, gayet makul bir biçimde, daha naif düzlemlerde nasıl korunabileceğini gösteriyor. Af dileyerek ve bir kez daha saygıyla...
13 Ekim 2009 Salı
Kafka'ya Nazire: Aforizmalar
Çünkü söylediğinin indî bir mülahaza olduğunu,
hakikat-i mahz olamayacağını düşünüyor.
Bu böyledir, demiyor; bence diye kayıt düşüyor.
7 Ekim 2009 Çarşamba
l'art post-moderne
technical, advertising, mediatic or quantitative
processes. There is no more a stage for odd or effusive
art to reflect contemporary world. Hence, there is
nothing called contemporary art, because there is no
difference between that and the present world, they are the
same thing."
Jean Baudrilliard, 2005, "The Intelligence of Evil or the Lucidity Pact"
This is what I was feeling when I saw the 11th International Istanbul Biennial. For instance, I liked the installation called "Ataturk Köşesi" most, which was not included in the exhibition. It was on the wall, produced probably by the last students of the Ferikoy Greek School, under supervision of their teachers.
6 Ekim 2009 Salı
aforizmadan terşih
"İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden ötürü geri dönemiyorlar. Ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar."
Franz Kafka, 1917-1918, "Günah, ızdırap, umut ve doğru yol üzerine aforizmalar"
Sevgili Kafka, bizlere bu fikrinden bahsederken sabırsızlık etmiş ve ilk bulgusundan aslında daha doğru olabileceğini düşündüğü ikinci bulgusundan ilkinden önce bahsetmiş değildi. Nitekim metin hatem bulmadan dilediğince değiştirebilirdi. O vakit aslında Kafka bize sadece ne düşündüğünü değil nasıl düşündüğünü de göstermek istemişti. Üstelik karar veremediğini de. Oysa biz eğer bugün böyle bir düşünüşe çıksaydık muhtemelen derdik ki "Her günahta şirke giden bir yol vardır." Ama belki de "Her günahta şirke giden ve şirkten gelen zıt iki şeritli bir yol vardır." demeyi daha doğru bulabilirdik. Zira biz sabırsızlığı ademoğlunun ilahlık iddiasına dayandırmayı yeğleriz. Ademoğlu kudret iddia eder, hikmet iddia eder, malikiyet iddia eder, rububiyet iddia eder. Yani eğer tecelliyatı Sahibi'ne teslim etmez ise günaha girer. Bu şirkten gelen yolu ifade eder. Şirke giden şeridi görmek ise idrake muhtemelen daha açıktır.
5 Ekim 2009 Pazartesi
durarak
kulak asma sen
ne söylerlerse söylesinler
verme bu defa
kıt'a dur
her adımda dur
durmadan yola çıkan
kudurur
ötekisi tasdik eder her adımda
belki de tevbe
vakıa budur
kulak asma sen "hep ver!" diyenlere
bu defa verme kendine uluhiyeti
görelim hele bir
vermeyen kendine
uzatabilir mi onu başkasına
candan bir tepside
7 Eylül 2009 Pazartesi
duyek çeşm
palermo
merdivenden inen birisi
30 Ağustos 2009 Pazar
29 Ağustos 2009 Cumartesi
kadim abes
26 Ağustos 2009 Çarşamba
---
rengi yoktur zamanımın
insanlarımın
şehrimin ve eserlerimin
kara görürsünüz siz onları
siyah düşünürsünüz
ne de doğru söylersiniz
kıyamet geçerken cehennemin üstünden
yakmasın istemez misiniz ki
nahoş bir üfürük bile olmasın
göze dokunan bir renk
ipucu bir inilti
rahmet havadır
rahmet su
rahmet ışık
anafor
Moderniteye sövmek ayıptır. Kapitalizme sövmek ayıptır. Post-moderne sövmek ayıptır. Küreselleşmeye sövmek ayıptır.
Kişi eğer sövecek birşey arıyorsa illa ki; kendisini bulmalıdır ilkin. Kendine sövmemek de ayıptır. Bıkmadan usanmadan sövmeli kişi. Metroya bindiğine sövmüyorsa kişi, metroya bindiğinde sövmesi ayıptır. Kişi eğer paranoit olmuşsa komplo teorileriyle, sövmelidir doyasıya kendisine. Bu kadar çabuk çözebildiği için...
Dünyaya düştüysen bir kere, yabancıysan her seferinde... Sövebileceğin tek merci ta kendinsin. Yalandan korkuyorsan yılandan korkmadığın kadar, yalnızlıktan dövünüyorsan ilk fırsatta, karanlığa bir kibrit çakmaktan dem vuruyorsan, en büyük düşmanınsa cehalet, kalabalıklaşmasından şikayetçisiysen şehrinin, hep anlaşılmamaktan dertliysen, laf kalabalığı kabusun olmuşsa, klişlere sövüyorsan kendinen önce, koparmalısın dilini kendi ellerinle...
Buraya düştüysen bir kere, dünya zor geliyorsa her seferinde... Sövebileceğin tek merci, üç noktalardan da öte ta kendinsin. Yardım elini uzatmaktan yanaysan, büyük değişimlere inanarak ulaşmak niyetindeysen, her başarına bir meşruiyet takıştırabiliyorsan, bir kere bile olsun kendin için yaşamadığına adın kadar eminsen, kaldırabildiğin tek yükün kıçın olmadığını düşünüyorsan, ve hep daha güzel bir dünya düşlüyorsan, güzel, güneşli günlere inanıyorsan, diyetini ödemelisin bunların, giyotine vermelisin kollarını...
Bu dünyaya düştünse bir kere, ağlıyorsan her seferinde... Sövebileceğin tek merci sana en yakın olan ta kendindir. Güzelliğin beyaz atını mahmuzlamanın peşindeysen, annene sevgini herşeyden üstte tutabiliyorsan, özlemden zerre zevk almıyorsan, dünyaya kuruş değer vermiyorsan, güzelliği içeride arıyorsan, sahip olmanın peşinde değilsen kimseye, güven senin için en önemlisiyse ahlak nüvelerinin ve kalbin sonuna kadar açabiliyorsa kapılarını, çek silahını koy yüreğinin üstüne...
Ölümü yakıştırabildiğini düşünüyorsan kendine, kendine yakışanı yapmalısın.
Evren denizinde, dünyanın peşinde yüzüyorsa kişi, dövülmekten usanmamalı dalgalarla...
Alemde meşhud olan bu devran,
Tekamül içindir, kemale doğru
Her nokta cevval, her zerre raksan,
Uçup giderler, visale doğru
Koşup giderler insan, ekvan
Tutulmaz kapılmaz hayale doğru